Simurg: Zümrüd-ü Anka Kuşu belgeseli İran'dan İstanbul'a kaçan genç bir kadının hikayesini anlatıyor. Çocukluğundan beri ressam olmak isteyen Sahra, ailesinin baskısına daha fazla dayanamaz ve 7 yıl önce İstanbul'a gelir. Burada kendine sıfırdan bir hayat kuran genç ressamın hayat mücadelesini gözler önüne seren belgesel birçok festivalde gösterildi, 4. Türk Dünyası Filmleri Festivali'nde Onur Ödülü'ne layık görüldü. 21 Ekim'de ise; yarışma seçkisinde yer aldığı 7. Boğaziçi Film Festivali kapsamında Beyoğlu Sineması'nda gösterilecek olan belgeseli Balat'taki Olmadık Projeler Atölyesi'nde bir araya geldiğimiz yönetmeni Yavuz Selim Taşçıoğlu ile konuştuk. Belgeseli Hacı Elmas ile birlikte yöneten Taşçıoğlu şu an kurumsal bir firmada reklam koordinatörü olarak çalışıyor, aynı zamanda sinema doktorası yapıyor. Taşçıoğlu'nun gelecek hedefi ise bir kurmaca uzun metrajlı film yapabilmek: 'Belgesel ve kısa filmler yaparak festivallerdeki görünürlüğümüzü artırmak ve böylece uzun metraja hazırlanmaya çalışıyoruz.'
Taşçıoğlu proje sürecini ve nasıl ortaya çıktığını ise şöyle anlatıyor:
'Sahra ile Kadıköy'de bir dost meclisinde tesadüfen tanıştık. Hikayesini dinledim ve anlatılmaya değer olduğunu düşündüm. Daha sonra bu hikayeyi nasıl daha doğru nasıl anlatırız diye düşünmeye başladım ve Simurg Zümrüd-ü Anka Kuşu felsefesi üzerinden anlatmanın doğru olacağına karar verdim. Simurg felsefesinin ne olduğunu araştırmaya başladım ve okumalar yaptım. Simurg küllerinden yeniden doğmaya çalışan Kaf Dağı'nın ardındaki bir dişi kuşu sembolize ediyor kabaca. Sahra'nın hikayesinin bu metafor üzerinden anlatılmasının hem felsefi hem de alt yapı olarak daha doğru olacağını düşündük ve Sahra ile bir araya geldik. Kendisine hikayesini bu felsefe üzerinden anlatmak istediğimizi söyledik. Projeye çok sıcak baktı fakat çekimler için bizimle İran'a gelmesi gerektiğinden ilk üç görüşmemizde bunu yapmak istemediğini söyledi. Çünkü bu durumun kendi hayatına olumsuz bir etkisi olacağını düşündü. Dolayısıyla projede yer almak istemedi. Biz de kendisini ikna edebilmek için daha önceki belgesel filmlerimizi izlettik ve üzerine sohbet ettik; dilimizi anlamasını sağladık. Derken altı aylık sürecin sonunda altıncı görüşmemizde Sahra belgesel projemizde yer almayı kabul etti. Ama yine de İran'a gelmeyecekti. Çünkü ailesi onun için hayati tehlike arz ediyordu. Proje süreci ilerledikçe Sahra da belgeselimize inanmaya ve sahiplenmeye başladı. Projenin ne kadar kıymetli olduğunu ve İran'da yaşayan diğer tüm sanatçılar ve kadınlar için de bir motivasyon kaynağı olabileceğini düşündü. Ve bu düşünce onu İran'a gitme konusunda ikna etti. Sekiz aylık sürecin sonunda Sahra ile İran'a gidip çekimlerimizi gerçekleştirdik.'
TÜM KADINLAR İÇİN...
Yönetmen Taşçıoğlu bu belgeselle neler hedeflediğini ise şöyle özetliyor:
'Temel derdimiz toplumda yer bulamamış ama gerçekten yetenekli olan diğer tüm kadınlara ışık olmak. Bu belgeseli izlediklerinde kendi yenilik sürecini başlatmaları en temel arzumuz. Çünkü sinema bir dert işi. Bir derdiniz ve anlatacak bir konunuz varsa bir şekilde bunu hayata geçiriyorsunuz. Asıl önemlisi bu derdin toplumda bir karşılığının olması. Bizim de hedefimiz tüm kadınlar için bir örnek teşkil etmek…
İran'da çekimler dört gün sürmüş. Sahra'nın ailesinin bulunduğu ilçeden farklı bir lokasyonda çekimleri gerçekleştiren ekip, çekim sırasında epeyce zorlanmış: 'İran'da çekim konularında izin alabilmek çok zor. Tren garında yaptığımız çekimde polise yakalandık. Sahra ve benim hakkımda tutanak tutuldu. Ama görüntüleri bir şekilde yedekledik.' Tüm süreç boyunca Sahra'nın destekçisi olan annesi, ekibe de çekimler süresince yardım etmiş. Sahra'nın kuzeni de konaklamadan ulaşıma, çekim mekanlarının güvenliğine kadar birçok konuda ekibin destekçisi olmuş.
SAHRA: İSTANBUL KENDİMİ BULDUĞUM BİR ŞEHİR
İran'dan ayrılmaya 9 yıl önce karar verdim fakat takdir ederseniz ki bu çabuk alınabilecek bir karar değildi. İyice düşündükten sonra cesaretimi toplayıp arkadaşımın da desteğiyle 7 yıl önce İran'dan ayrıldım. İstanbul'a geldim çünkü İstanbul kendimi bulabileceğim bir şehirdi. Ama en önemlisi farklı kültürlerin, farklı insanların olduğu; sanatıma ilham kaynağı olabilecek güzelliklerle dolduydu İstanbul. Hayallerimi gerçekleştirmeye buradan başlayabileceğimi düşünüyordum. Zaman içerisinde ne kadar doğru bir karar olduğunu yaşayarak gördüm. Burası özgürlüğümü hissettiğim bir yer. Bu şehirde özümü buldum. İnsan bunu başardığı sürece sanatına bunun yansımaması mümkün değil. İstanbul bana olduğu kadar eserlerime de çok anlam kattı. İran'a dönmeyi şu an için düşünmüyorum. Ayrılırken bunu göze alarak karar vermiştim. Ama ne olursa olsun orası benim ülkem. Belki bir gün ailem beni bu şekilde kabul eder; birikimimi gençlere, kadınlara aktarabileceğim, sergilerimi açabileceğim bir ortam olur.
UMUT OLABİLİRSEM NE MUTLU BANA
Burada sokaklarda portreler çizmeye, resimler yapmaya devam edeceğim. Yeni insanlarla tanışıp resimlerim için ilham kaynakları bulurum belki de. Kim bilir ileride altında kendi imzamın olduğu tablolarla dolu bir sergi açabilirim farklı şehirlerde. Ama İstanbul her zaman vazgeçilmezim. Bu benim özgürlüğümün ve varoluş mücadelemin yolculuğuydu. Bu belgeselde yer alarak benim gibi hayallerini gerçekleştirmek isteyen kadınlara dokunabilirsem, umut olabilirsem birazcık cesaret verebilirsem ne mutlu bana diye düşündüm ve yer almak istedim. Bir insanın annesini, ailesini ardında bırakması çok zor. İzleyebilme ihtimallerini düşünmek ister istemez çok tedirginlik yaratıyor. Ama özellikle abimin izleyecek olduğunu düşünmek korkutuyor.
Ali Demirtaş (Star Gazetesi)