Aslen Rize'nin Çayeli ilçesi Senoz köyünden olan ve bebek giyim aksesuarı işiyle ilgilenen 40 yaşındaki Muhammed Ambar, Boğaziçi Köprüsü'nde engellemeye çalıştığı darbeciler tarafından şehit edildi.

Geride biri kız iki çocuk bırakan şehidin kardeşi Melek Ambar ile yeğeni Selahattin Okumuş, Muhammed Ambar'ın bilinmeyen yönlerini ve 15 Temmuz gecesi yaşananları AA muhabirine anlattı.

Darbe girişiminin yaşandığı gece ablasının evine misafirliğe gittiklerini söyleyen Melek Ambar, 'Akşam yemeği için oraya gittik. Ne olduğunu anlayamadan birden etraftan haber gelmeye başladı; asker yolu kapatıp silah çekmiş, ateş ediyor diye. Ama haberlerde hiçbir şey görmüyoruz o ara. Birden Beylerbeyi Polisevi'nde olan yeğenimden haber geldi. 'Asker köprüyü kapatmış, çatışma çıkma ihtimali var, bizi dışarı bırakmıyorlar' dedi.' ifadelerini kullandı.

Ablasının evinden Üsküdar Burhaniye'deki evlerine geçtiklerini belirten Ambar, şöyle konuştu:

'Önce biraz Boğaz Köprüsü'nü izledik. Üst caddemiz orayı direkt görüyor. Oradan durumu pek algılayamadık çünkü caddeden biraz uzak kalıyor. Sonra eve geldik. Ağabeyim yerinde duramıyor yani belli dışarıya çıkacak. Televizyonu açtık, daha Cumhurbaşkanımızın açıklaması yok, bağlantı yok. Sadece 'Bu bir girişim olabilir' haberleri var. Ağabeyim birden arkadaşlarını aramaya başladı. Belliydi çıkacağı. Çıksın da zaten. Onun yerinde olsaydım ben de çıkardım. Biraz münakaşa ettik. 'Ben de geleceğim' dedim, 'hayır' dedi. 'O zaman sen de gitmeyeceksin' dedim. Dinlemedi beni, gitti. 'Boğaziçi Köprüsü trafiğe kapatıldı' diye haber duydum, o yüzden aklıma hiç oraya gideceği gelmedi. ya Kısıklı'ya ya da Üsküdar'a gitmiştir diye düşündüm. Sonra Ankara'da helikopterden insanların üzerine ateş açtıklarını gördüm, şoka girdim. Köprüden silah seslerini duyuyorum ama insanları öldürdükleri hiç aklıma gelmiyor. 'Havaya sıkıyorlardır korkutmak için' diye düşünüyorum. 1-2 saat sonra merak etmeye başladım. Ailece hepimiz aramızda konuşuyoruz, ağabeyimi arıyoruz, telefonu açmıyor. Sokağa çıktıktan sonra da bizi hiçbir şekilde aramadı. Ona ulaşmak isteyenler beni arıyordu. Mesajlarıma bile cevap vermemesine rağmen yine de korkmadık. 'Telefonu arabadadır, sesi duymuyordur' diye düşündük. Çünkü çok heyecanlı oluyor böyle vakitlerde. Vatanı, milleti koruması gerektiği vakitlerde gözü başka hiçbir şeyi görmezdi, buna bağladık. O gece köprüye arkadaşlarıyla gidince de 'Bu gece ölmeyeceksek ne zaman öleceğiz' demiş.'

Ambar, sabaha kadar ağabeyini beklediğini söyleyerek, ölümünden nasıl haberdar olduklarını ise şu ifadelerle aktardı:

'Komşumuz geldi, hastaneye gitmemiz gerektiğini söyledi. 'Bir şey mi oldu' diye soruyorum ama aklıma ölüm hiç gelmiyor. 'Ağabeyinin bir şeyi yok, motorla kaza yapmış' dediler. Kapının önüne baktım, motor gerçekten yok, o yüzden beni kandırmadıklarını düşündüm. En son bir telefon geldi, 'morga gelin' dediler. Morgun oraya gittik. Hastane bahçesi mahşer yeri gibiydi. Yakınlarını kaybetmiş bir sürü insan vardı. O esnada acı hissetmiyorsunuz sadece hesap sorma isteği geliyor içinizden. İnsanlar kendi acılarını unutup başkalarını teselli ediyordu. 'Türkiye birlik oldu, bütün oldu. Bu defa gerçekten hep beraber hesap soracağız, kimse bizden soramayacak' dedim.'

'Küçüklüğünden beri şehit olmak onun arzusuydu'

Ağabeyiyle ilgili bilgi vermeyi sürdüren Melek Ambar, 'Ona vatan, millet hakkında kimse kötü bir söz söyleyemezdi. Aileden biri bile devlet, hükümet hakkında, doğruları söyleyen kişiler hakkında yanlış şeyler söylerse kızardı. Yeri geldiğinde çok güzel eleştirisini de yapardı. Ben küçüklüğümden hatırlıyorum, şehit olmak hep onun arzusuydu. Hep söylerdi. 'Ben ailenin küçük oğluyum, savaş çıkarsa ilk ben gideceğim' derdi. Zaten olaydan bir hafta önce ablama yemeğe gittiklerinde de söylemiş, 'ben şehit olacağım' demiş. Eniştem, '40 yaşında adamsın, seni bu yaştan sonra askere mi alırlar' deyince ağabeyim, 'İlla asker mi olmak lazım şehitlik için' demiş. İstediği gibi olması bizim yüreğimizi ferahlatıyor. Yıllardır arzuladığı şekilde gitti. Biz burada annem, ağabeyim, ben, ağabeyimin eşi ve iki çocuğuyla yaşıyorduk. Oğlu 7, kızı 2,5 yaşında. Kızının ismini, Mısır'daki olaylarda şehit olan Esma'dan esinlenerek koymuştu, İnşallah ona yakışan bir evlat olur. Çocuklarına çok düşkündü ama kızının ona bağlılığı çok daha başkaydı. Eve geldiğinde etrafında döner, 'benim babam' deyip kimseyle paylaşmazdı. Günlerdir çocuklar bir tuhaf, içlerine kapandılar.' ifadelerini kullandı.

Şehit Muhammed'in yeğeni Selahattin Okumuş da Cumhurbaşkanı'nın çağrısından önce dayısının herkesi aradığını, 'Olay var, ne duruyorsunuz, dışarı çıksanıza. Ülkeye bu zamanda yardım etmeyeceksek, dışarı çıkmayacaksak başka ne zaman çıkacağız?' dediğini söyledi.

Dayısını görenlerin köprüye gittiğini söylediğini ama onun telefonlarına cevap vermediğini anlatan Okumuş, şöyle konuştu:

'Şehit olduğunu öğrendiğimde sabah ezanı vaktiydi. Beni biri arayıp haber verdi. Daha sonra öğrendim, savcıymış arayan. Hemen Kadıköy Numune Hastanesi'ne gidiyoruz. ve bizi arayan kişinin, savcının telefonunu geri arıyoruz. 'Morgun önüne gelin' diyor bize. Tabii biz o an olayın farkında değiliz. Belki bir umut, telefonu orada düşürmüştür, oradadır, bu şekilde bir umutla oraya gidiyoruz. Savcı, 'Dayını kaybettik, teşhis etmen gerekiyor' dedi. Ben donuk bir şekilde odaya doğru gidiyorum. Görmek istiyorum. Ne zaman geldi, nasıl oldu, bunları daha çok merak ediyorum. Yani inanamıyorum ilk başta. ve insan çok garip oluyor, içinde farklı bir duygu oluyor yani. Günlük hayatta herkes onu çok seviyordu. Bu şekilde vatan, millet aşkına yapamayacağı şey yoktu. Her zaman 'Ben şehit olacağım' diyordu. Bunu da tabii o vefat ettikten sonra cenazeye gelenlerden olsun, yakınlarımızdan olsun, daha çok öğrenmiş olduk. Vatan, millet aşkıyla tutuşan bir insandı.'

Editör: Haber Merkezi