Aralarında 'Boleyn Kızları', 'VI. Henry', 'Truva', 'Eragon', 'Hobbit' gibi yabancı yapımların yanı sıra 'Muhteşem Yüzyıl', 'Diriliş Ertuğrul', 'Kuruluş Osman' ve 'Kösem Sultan' adlı yerli yapımlarda takı ve obje tasarımları büyük ilgi gören Sağtan'ın göz alıcı taç, küpe ve kolyeleri, Netflix yapımlarında yer aldı.

Hüseyin Sağtan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, tasarladığı takıların ilk olarak Oscarlı oyuncu Brad Pitt ile Bafta ödüllü Orlando Bloom'un rol aldığı 'Truva' filminde yer aldığını söyleyerek, 'Sonra Boleyn Kızı, Eragon, Muhteşem Yüzyıl, Pamuk Prenses ve diğer yabancı filmlerle yurt dışında tanındık. Dönem filmi olduğunda ilk önce bize geliyorlar. İstedikleri her şeyi bulabiliyorlar dönem filmi çalıştığım için. Eksik olanları da tasarımlarımla tamamlıyorum.' dedi.

Tarihi yapımlar için talep geldiğinde öncelikle o dönemi araştırmakla işe başladığını dile getiren sanatçı, 'Bir dönem işi bana geldiğinde, ilk o dönem kılıçlar nasıl kullanılırdı ve ne şekilde asılırdı, bunun araştırmasını yapıyorum. (Kılıçların) Eskilerine de merakım vardı zaten. Aynısını da yapmaya yeteneğim oldu. Ecdat yapmış ben niye yapmayayım bunları?' ifadelerini kullandı.

Sağtan, yeteneğinin henüz ilkokul birinci sınıftayken öğretmeni tarafından keşfedildiğinin altını çizerek, 'Yaptığım resimleri astı. Çamurdan obje yaptığımda hemen ayırdı. İlkokul birinci sınıftayken yeteneğim vardı. Telden arabalar yapar, ahşap boyardım. Takı işine de, 'Eğer bir gün bu işi yaparsam en iyisini yapacağım. Dünya beni tanıyacak.' diye başladım. Yaptım da. Başarılı oldum.' diye konuştu.

Tasarladığı ürünler dünyanın her köşesinde
Bugünlerde yeni bir yabancı film için ürünler tasarladığını dile getiren sanatçı, takılarının dünyanın her köşesine gittiğine işaret ederek, şu bilgileri verdi:

'Bir dizi seyrediyorum. Bir bakıyorum benim kolyem kadının boynunda. Oscar ödül töreni vardı. Kadın arabadan indi, benim kolye boynundaydı. Dikkatimi çekiyor. Belediye otobüslerinin arkasındaki reklamlarda Boleyn Kızı'nın boynundaki kolye, kralın parmağındaki yüzük. Kitaplara bakıyorum, yaptığım şeyler. Diriliş Ertuğrul'a yüzükler, kolyeler yaptım. Kuruluş Osman'a, Muhteşem Yüzyıl'a yaptım. Muhteşem Yüzyıl'da, Süleyman'ın başındakiler ve eliyle yapmak için uğraştığı yüzüğe kadar. O yapıyormuş gibi dizide yer aldı. Süleyman aslında tarihte kuyumculuğuyla biliniyor.'

Hüseyin Sağtan, ilkokulu bitiremeden okuldan ayrıldığını ancak her fırsat bulduğunda tarihi kitaplarla antika ve müzayede kitapları okuduğunun altını çizerek, 'Onlar zaten seni besliyor. Ben hafta sonları sabah 6.00'da bit pazarında olurum. Hastalık gibi, belki 10 yıldır her pazar bit pazarına giderim. Eski, kırık bir objeyi alıp yeniden, yeni bir döneme uygun şekilde tasarlarım. Çöpe atılmasınlar diye yeniden hayat veriyorum onlara. Bunlar beni besliyor. Kitaplarda gördüklerimden hoşuma gidenler oluyor. 'Ben daha iyisini, güzelini yapabilirim.' diyorum. Mesela kılıçlar görmüştüm. Mercanlı kılıç. En iyisini yapacağım diyerek yapıyorum. Objeler de bu şekilde çıkıyor.' bilgisini verdi.

Özellikle tarihi araştırdığının altını çizen Sağtan, insanların kendi tarihini bilmesinin, yaptıkları işler için önemine değindi.

Sağtan babasının tarihi evlerin restorasyonunda çalışan bir usta olduğunu aktararak, 'Bizim Diyarbakır'ın evleri tarihi evlerdir. Onların restorasyonunu yapardı babam. Ama hiçbir zaman da terazi kullanmazmış. O göz terazisi bende de var. Bir objeye baktığımda ne kadar santim kaydığını hissedebiliyorum. Ablalarım da yeteneklidir. Yani genetik olarak ailede var. Annem de öyleydi.' değerlendirmesinde bulundu.

'Her bir parçayı üst üste koyarak ortaya çıkarıyorum'
Başarılı sanatçı, eskiden üretilmiş kimi kırık dökük eşyaları alıp başka bir şeye dönüştürmesine olan sevgisine de işaret ederek, 'O bir his meselesi. Seni çekiyor. Hissediyorsun. Yeniyi seven bir insana onu anlatamazsın. O obje seninle konuşuyor, baktığın zaman. Ben şimdi bir objeye baktığımda, 100 seneyi aşmış ya da 90 yıllık mı tahmin edebiliyorum. Araştırmalarıma göre de bakıyorum onlara.' dedi.

Hüseyin Sağtan, yaptığı hiçbir eseri CNC gibi, çoklu üretime uygun makineler üzerinde yapmadığının altını çizerek, şunları kaydetti:

'Elimle yapıyorum. Her bir parçayı üst üste, kat be kat koyarak, o parçaları ortaya çıkarıyorum. Şimdi en büyük tasarımcılar, ünlü markalar bile bilgisayar üzerinde tasarlıyor. Ben Allah'a çok şükür, bilgisayarı öğrenmek istemiyorum. Yönümü ona çevirmek istemiyorum. Çünkü el sanatı kaybolur. Ben detaya bakıyorum. Onlar her şeyi dört dörtlük ister. Ben, bir objenin üzerinde olan hatayı güzel görürüm. Çünkü o hata onun el sanatı olduğunu anlatıyor. Bizde Süryaniler yaparmış, mesela şal ördükleri zaman bir tarafını hatalı bırakırmış. Hatasız olmaz, diye. Kul hatasız yapmaz yani. Yalnızca Allah (hatasız) yapar. Ondan dolayı o nişanı bırakırmış.'

Osmanlı dönemine ait paşaların kullandığı bir kolluğu gösteren Sağtan, 'Kavalalı İbrahim Paşa'nın ailesinden geldi bu. Nişantaşı'nda antikacı bir arkadaşım almıştı. Beni aradı, 'Sen böyle şeylere çok değer veriyorsun. Bir bakar mısın buna?' dedi. Ecdat öyle bir iş yapmış ki, kolun yedeğini bile düşünmüş. Yakanın bir tekini daha yapmış. O kadar düşünceli yani. Şimdi nerede böyle şeyler. Bir mağazadan elbise aldığınızda, bir kolunu verirler mi size, 'Bu yedeği' diye? Ama ecdat bunu yapmış zamanında. Usta iğneyle imzasını atmış arkasına. Çünkü sanat o.' açıklamasını yaptı.

Sanatçı, bir ürünü tasarlama sürecinin tamamen o anki hislerine bağlı olduğunu dile getirerek, 'Ruhum o gün onu istiyorsa, bir saatin içinde bir kolyeyi tasarlayıp bitirebilirim. Ama istemiyorsam, bir ay da geçse, yapamam onu. Yani o ruh meselesi ya da ilham. Bazı şeyleri akşam rüyamda görürüm. Sabah kalkar yaparım.' diye konuştu.

Yaptığı eserleri çoğaltmadığına vurgu yapan Sağtan her bir eseri en az 6 en fazla 10 adet ürettiğini kaydetti.

'Taklitler her zaman aslını yüceltir'
Tasarımcı Sağtan, bazen kendisinden çizimi yapılmış bir tasarımın istendiğini söyleyerek, doğaçlama çalıştığı için bu şekilde gelen talepleri kabul etmediğini sözlerine ekledi.

Gümüş, bronz, metal plaka gibi metalleri tezgahta döverek şekillendirdiğini aktaran sanatçı, süslemelerde ise yarı değerli taşlarla çalıştığını ifade etti.

Hüseyin Sağtan, zaman zaman tasarımlarının kopyalanması konusunda ise, 'Taklitler her zaman aslını yüceltir. Sen ne kadar taklit ediliyorsan, o zaman iyi bir şey yaptığından emin olman lazım. İyi bir şey yapmasan zaten kimse seni taklit etmez.' değerlendirmesinde bulundu.

İş stresini de hafta sonu 'bit pazarı' diye nitelendirilen eski ve antika eşyaların satıldığı pazarlarda attığını vurgulayan sanatçı, 'Kapalıçarşı dışında bir yerde benim bu hislerim (tasarım isteğim) yok. Bir obje yaparken, sanki buranın büyüleyici bir yanı var, burada alıyorum o ilhamı. Mesela beni Bakırköy'e götürün ya da ünlü bir markanın bir plazadaki yerine götürüp, 'Sana burayı verdik, bu işleri yap.' deseniz, yapamam. Ruhum oraya hitap etmiyor.' şeklinde sözlerini sürdürdü.

Eski olana değer verilmesi gerektiğini söyleyen Sağtan, şöyle devam etti:

'Eskiye değer vermezsen, anneye, babaya, aileye ve geçmişe de değer vermezsin. Geçmişi olmayan, geleceğini bilmez. Kimsin, kimlerden geliyorsun? Soyağacı araştırması yapıldı. Bizimkinde Kafkas kökenimiz çıktı. Biliyorduk biz. Anneannemizin Kafkas olduğunu biliyorduk. Verdiği bir süt var. 5 kuşaktır, biz o sütü içiyoruz; Nogay Çayı. Anneannemiz bize Diyarbakır'da, 'balam' dediğinde onun ne demek olduğunu bilmiyorduk. Sonra Orta Asya'yı dolaşıp, Orta Asya dillerini öğrendikten sonra balamın 'çocuğum' olduğunu öğrendim. Tabii ki geçmişi iyi bilmek lazım.'

Editör: Haber Merkezi