Yıllarca denenmiş, tecrübe edilmiş konular, daha sonra toplumsal birer kural haline gelmiş, topluma yön vermiştir. Hatta kanunların içeriğini oluşturmuş, yasakların ve yeni düzenlemelerin önünü açmıştır.
Ancak hem yazılı hem de toplumsal kural olarak bilinen bu tecrübeler, sosyal alanda veya devlet mekanizmalarının işleyişinde çoğunlukla kulak arkası edilmiş, çiğnenmiş, görmezden gelinmiştir. Bu vurdumduymazlık ve ya keyfilik, devletin ve dolayısıyla toplumun bedel ödemesine sebep olmuştur.
Bu keyfilik ve kural tanımazlık devletin en üst kademelerinden, sıradan bir sosyal ilişkiye kadar, birçok alanda karşımıza çıkabiliyor.
Mesela, 'camiye, kışlaya adliyeye siyaset giremez!' diye bir kanun ve toplum vicdanında da yer bulan bir kural var. Girince ne oluyor? Çok şey oluyor. Bir kere bu kurumlara güven sarsılıyor. Camide siyaset, samimi inananları camiden uzaklaştırıyor, özellikle gençleri farklı eğilimlere yönlendiriyor. Kışlada siyaset, ordunun gücünü azaltıyor, çok başlılık ortaya çıkarıyor. Askerin, milletin gönlündeki yeri zedeleniyor. Adliyede siyaset ise, toplumu daha temelden etkiliyor. Toplumun adalet duygusu yok oluyor. Adalet duygusu yok olan toplumlarda, toplumsal direnç zayıflar, benlik duygusu, güven ortadan kalkar.
Bu kırmızı ışıkları çoğaltabiliriz elbette…
Demokratik, laik, hukuk devleti birer kırmızı ışıktır mesela. Geçilemez, çiğnemez… Çiğnendiğinde felaket olur. 15 Temmuz'u ve öncesinde yaşananları buna örnek verebiliriz.
İslam dininin üzerinde durduğu, toplumsal yapıyı etkileyen kırmızı ışıklar da var. Hak, liyakat, yalan, hırsızlık...gibi. Bunlara riayet etmeyince de kurumlar zayıflıyor, haksız kazanç artıyor, toplum fakirleşiyor, ahlak bozuluyor, kişiler arasında husumet artıyor, toplumsal kaos oluşuyor, kültür yozlaşıyor... Yine falcılık, cincilik, üfürükçülük ve hurafeler de dindeki kırmızı ışıklardan birkaçıdır.
Bunlara uymayınca ne mi oluyor? Akıl ve bilim devre dışı kalıyor, toplumu cehalet kuşatıyor, bütün dünya yüksek teknolojik ürünler üretirken, biz fesli bir meczubun kuruntu ve safsatalarını tartışabiliyoruz.
Yine Atatürk ve Lozan, kırmızı ışıklarımızdır. Bunların geçilmesi ve ya görmezden gelinmesi, bizim Anadolu'daki varlığımızın görmezden gelinmesidir. Bunları tartışmak, Türk varlığının, Türkçenin, Türk Bayrağının, Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırlarının tartışılması demektir. Bilinçli bir vatanseverin bu tuzağa düşmemesi gerekir.
Ancak, trafikte kırmızı ışığı takmayan milletin, toplum yaşamındaki kırmızı ışıkları görebileceği pek ihtimal dahilinde olmasa da, acı tecrübeler yaşayarak günün birinde kendine geleceğini ümit ediyoruz. Bu süreçte, kırmızı ışık uyarısı yapanların emeğine ve zamana yazık oluyor.
Kırmızı ışıklara dikkat!..