Belçika'nın başkenti Brüksel'de üç çocuklu bir Türk ailenin ikinci çocuğu olarak 1978'de dünyaya gelen ve ailesi tarafından bir 'Batılı' olarak büyütülen Kara, gençlik yıllarında ekonomi bilimleri okumaya teşvik edilse asıl tutkusu güzel sanatlar üzerine oldu.

Kara, Brüksel'deki Saint-Luc Enstitüsünde güzel sanatlar ve uygulamalı sanatlar üzerine öğrenim gördü ve bu alanda yeni şeyler öğrenmek için 38 farklı ülkeyi dolaştı.

Fransa ve Çin'de de sanat üzerine eğitim alan, 7 yıl önce Türkiye'ye yerleşen ve Türkçesini Emine Hanımla evlendikten sonra geliştirmeye başlayan sanatçı, farklı kültürlerin etnik unsurlarını baz alarak kendi sanat tarzını besliyor.

Kara, yerleştikten sonra vatandaşlık aldığı Türkiye başta olmak üzere birçok ülkede sergi açarken, 'Pot Puri' başlıklı sergisini yıl sonunda sanatseverlerle buluşturmaya hazırlanıyor.

'42 yaşıma kadar hayallerimle yolumu çizdim'

Çocukluğundan beri görsel sanatlarla iç içe olan Karl Talip Kara, AA muhabirine sanat hayatına ve çalışmalarına ilişkin açıklamalarda bulundu.

Kara, babasının inşaat sektöründe çalışmasından dolayı resim için gerekli malzeme konusunda sıkıntı yaşamadığını, 22 yaşında da resimde profesyonelliğe adım attığını söyledi.

Sanat eğitimlerinin yanı sıra ekonomi üzerine de doktora yapan sanatçı, gençlik yıllarında çalıştığı kurum vasıtasıyla dünyanın birçok ülkesini gezme fırsatı yakaladığını dile getirdi.

Kara, ziyaret ettiği şehirlerde kültür sanat mekanlarına gitmeye çalıştığından bahsederek, 'Etrafımdaki her şeyi görme fırsatım oldu. Ondan önce Belçika'da ilkokul eğitimimi aldığımda bize çokça müze gezdirdiler. Belçika zaten başlı başına müze açısından muazzam bir ülkedir. Çünkü 300- 400 yıl önceki eserler elinizin altında. 42 yaşıma kadar hayallerimle yolumu çizdim. İçimde öylesine bir açlık vardı ki sanat adına müzik, tiyatro, güzel ve görsel sanatlar olsun, ne varsa yutmaya çalıştım.' ifadelerini kullandı.

'Şemsi Tebrizi ve Rumi'yle tanıştıktan sonra gençleştim'

Çin'de de 3 yıl yaşadığını ve bu sürede hem hayata bakışının hem de sanatının teknik olarak değiştiğini vurgulayan Kara, şöyle konuştu:

'Çin'de yaşarken ilk çalışmalarım soyut resimlerdi. Koyu renkli ve geometrikti. Bugün hala geometrik formlarda çalışıyorum ama daha canlı renklerle. Çin'de tarzıma iki şey yön verdi. Hayata bakışım da değişti. Beraber yogaya gittiğim bir İngiliz arkadaşım vardı. 'Rumi', 'Şemsi Tebrizi' deyip duruyordu. Biz tamam Türküz ama Avrupa'da yaşarken galiba doğru dürüst Türklüğümüzü yaşamıyoruz. Yani edebiyat ya da bir tiyatro üzerine literatürümüz yok. Ben bir İngiliz sayesinde 'Bu Rumi senin kültüründen' deyince Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin edebiyatıyla tanıştım. Onunla konuşurken bir 20-30 kişilik arkadaş grubumu gördüm ki benden daha çok Mevlana'yı, Şemsi Tebrizi'yi biliyor. Kültürümden, sanatımdan ne kadar yoksun kaldığımın farkına vardım. Boya almaya gittiğinizde bir renk skalası vardır ya onun gibi bir renk skalası açıldı o günden sonra gözümde. Şemsi Tebrizi ve Rumi'yle tanıştıktan sonra gençleştim, bambaşka bir tasavvufi dünya açıldı önüme. İşte bu Türkiye'ye gelme sebeplerimden bir tanesidir.'

Karl Talip Kara, aynı dönemde Çinli bir hat sanatçısıyla tanıştığını söyleyerek, 'Rumi'yi, Şemsi ve İslam edebiyatını araştırırken, bana 'Bu hattatla tanış.' dediler. Hayatımı 90 derece çeviren, asıl hamuru pişiren galiba o hattat. 'Kimsin, nesin, ne okudun' derken adam bana 'Sen Batı kültürünü okumuşsun, Batı sanatını yapıyorsun. Kendi atalarını -Osmanlı olsun, Türk olsun- edebiyatını, tarihini biliyorsun. Şimdi de bununla (sufizmle) tanışmışsın. Renklerinde tasavvufun, eskinin ve yeninin ortasını bul.' dedi. İşte ben orada hat sanatıyla tanıştım.' ifadelerini kullandı.

'Hikayelerde var olan İstanbul'un dokusu hala duruyor ve yaşanabiliyor'

Resim üzerine ilk olarak soyut sanat eğitimi gördüğüne ve Barok dönemi üzerine okumalar yaptığına işaret eden Kara, 'Klasik bir ressam olurum diye düşünüyordum hiç olmadım. Rönesans Dönemi'ni bizim geleneksel Türk sanatlarına benzetebiliriz, Lale Devrindeki döneme eş değer koyabiliriz. Bunların hepsini (kendi sanatınızda) nasıl bir araya getirebilirsiniz ki? Bu yüzden İstanbul'a geldim. Gezmediğim cami kalmadı. Müzelerde gördüklerimi sentezlemeye çalıştım. Birçok akademisyenle tanıştım. Sanatta bugün hedefim aslında hat sanatını bir Batılının evine sokabilmek.' dedi.

Belçikalı sanatçı, Türkiye'yi çok beğendiğini ve İstanbul'un muazzam bir şehir olduğu yorumunu yaparak, şu değerlendirmelerde bulundu:

'7 senedir Türkiye'deyim. Boğaz'dan geçerken hala büyüleniyorum. 'İstanbul'da yaşayan İstanbul'u terk edemez' derler, çok doğru. İstanbul'u seven insan bence her tarafı beton olsa da sever. Diğer ülkelerin şehirleri de muazzam. Ama İstanbul'un tarihi, sokaklarında gezilirken yaşanıyor. Bugün hikayelerde, edebiyatta var olan İstanbul'un dokusu hala duruyor ve yaşanabiliyor. Yurt dışından milyonlarca insan geliyor ve bunu hissediyor. Keşke Türkiye'de yaşayanlar da bunları hissedebilse.'

'Kendimi bir derviş olarak görüyorum'

Kara, literatürde 'geleneksel Türk sanatı' adlandırmasını kabul etmediğini dile getirerek, şunları kaydetti:

'Türk sanatı vardır. Osmanlı ya da Orta Doğu sanatı vardır ve gelenek değil, sanatı işleyen vardır. İslami sanatın içeriğiyle çağdaş sanatın birleşmesi bence Türk sanatıdır. Çini sanatını, motiflerini bildiğimiz gibi sadece seramik üzerinde değil, her yerde rahatlıkla kumaşların üzerine çalışabilmek (istiyorum). Dünyanın en büyük elbise tasarım şirketlerinin motiflerine bakın hep Orta Doğu, Türk, Uzak Doğu motifleridir. Bu onların sanatı değil, bizim sanatımız. Fakat onlar iyi değerlendiriyor. Onlardan bir tanesi hatta hepsi Türk olsun (istiyorum). Bu alanda kendimi bir derviş olarak görüyorum diyebilirim. Heybemi almış yolumda yürüyorum. Resim yaparken, paylaşırken çok zevk alıyorum, mutluyum. Eğer sanatta geleneklerin yaşamasını istiyorsak, bazı şeylerin iyileştirilmesi lazım. Yoksa her şey gelenek olarak kalacak. Yaşatmak için bir devrim gerekiyor...'

Konuk sanatçı olarak Mersin'de gittiği bir karma sergide gördüğü bir minyatür eserden etkilenerek, hayatının bambaşka bir hal aldığına dikkati çeken Kara, evlilik hikayesine şu sözlerle değindi:

'Bir gün Mersin'de sergide eşimin yaptığı ve rakkas bir kadın figürünün yer aldığı minyatür eseri gördüm, almak istedim. 'Sadece sergilemek için yapıldı, satılmıyor.' dediler. Sonra ben de satın almak adına, ikna etmek için (eseri yapanın) kendisiyle tanışmak istedim. Fakat ikna edemedim. Sonra madem resmi alamıyorum, kendisini (sanatçıyı) alayım diye düşündüm ve eşime direk 'Evleniyoruz' dedim. Böylece hem kendisini hem de eserini almış oldum. 4 yıldır da beraberiz.'

Kara, evlendikten sonra yerleştiği Mersin'de tamamı kendi emekleriyle yapılan mini çiftliği şöyle anlattı:

'Hayalimde zaten bir köy yaşamı vardı. Hayattan beklentilerim hayvanlarla doğal yaşam, istediğim koşullarda bir aile kurabilmek, sanatla uğraşmaktı. (Bir evlilikte) eş de eğer doğru anlıyorsam bir şeyin yanıdır. Sanatçılar triplidir. Oturduğuyla kalktığı bir olmuyor. Rengi tutturamıyor hayata kızıyor. O yüzden bir sanatçının eşi olmak önemli. Ressam olanlar beni anlar. Bir kadınla tartışmayacaksın. Aslında bu evrensel bir kural. Geçinmek için aynı görüşe sahip olmak gerekmiyor. Eşimizle evet kültürlerimiz birbirinden çok farklı. Türkiye'ye ilk geldiğimde ikametgah almak için bile bana tercümanla gelmemi söylediler. O zaman kelime haznem çok kötüydü. Daha sonra eşimle birlikte dilimi geliştirdim. O dönem aynı dili konuşmamamız bizim anlaşmamızı sağladı. Çünkü kavga edemedik, tartışamadık. Ortak noktamız, bizi birleştiren sanattı ve burada birlikte kurduğumuz hayatı sevdik. Şehirde yaşamayı denedik ama olmadı, bana ağır geldi. Bahçeli bir ev kurduk, çiftlik gibi ortam oluşturduk.'

'38 ülke gezdim herhalde hayat beni oradan oraya terbiye etti'

Kara, eşinin kendisine sanat konusunda destek olduğunun altını çizerek, 'O ayakları yere basan bir insan, ben ise hayalperest bir insanım. Hayallerimi materyal olarak kullanmaya çalışıyorum. Bu anlamda kaybolduğum yerlerde 'sen buraya takılmıştın, sorun buydu' diyerek işe odaklanmamı sağlıyor. Kolay olmadı ama bir hayat kurmak için aynı kültürden olmak gerekiyor diye de bir şart yok. 38 ülke gezdim herhalde hayat beni oradan oraya terbiye etti.' açıklamasında bulundu.

Türkiye'de sanatçı olmanın zorluklarına işaret eden Kara, şu değerlendirmeleri yaptı:

'Güzel sanatları okuduysanız maddi olarak güçlü olmanız gerekiyor. Bir destekçinizin olması lazım veya çok muazzam işler yapıyorsanız, çok satılan ürünleriniz varsa bile sponsor bulmanız gereken yerler oluyor bir sergi ya da büyük bir prodüksiyon işi yapmak için. Yani sanatçı olmak çetrefilli bir yol. Galerilere, küratörlere çok bağlısınız. Eserlerinizi satan insanlar size ekmeğinizi veriyor. Ben mümkün olduğunca eserlerimi sosyal medya üzerinden kendim satmaya çalışıyorum.'

İstanbul Kurtuluş'taki atölyesinde de 'Pot Puri' projesi için eser üretmeye devam eden Kara, 'Çok güzel bir mahallede çalışıyorum. Buradan geçen insanlarla iç içe konuşmak, bir şeyler paylaşmak bana çok değer katıyor. Günde 10-15 saat kendimi çalışmaya veriyorum. İstanbul'un atmosferini koklamak, martıların sesini duymak bana şiir gibi geliyor. Kurtuluş'ta atölyeme sanatseverleri bekliyorum.' diye konuştu.

Kara, bazı tablolarının 300-400 saatlik çalışmayla tamamlanabildiğine değinerek, 'Avrupa'nın en güzel üniversitelerinde okudum. Dedem, babam Türk, köyden kalkıp Belçika'ya gittiler. Karl Talip Kara bugün süper elbiselerle gezebilir ama ben çömlekten geldim. Dünyanın en iyi tasarımcısı ya da ressamı olabilirsin ama bunu unutmamak gerekiyor. Nereden geldiğimizi resimlerimde de paylaşmak istiyorum.' dedi.

'Mücadelemizle, inancımızla geçinmeye niyet ettik'

Hobi olarak başladığı minyatür çalışmarına 10 yıldır devam Emine Kara ise eşiyle tanışmasının ikinci gününde evlenme kararı aldıklarını anlatarak, 'Geleneksel bir aileden geliyorum. Eşim Avrupa kültürüyle büyümüş bir insan. Kültür çatışması olur mu olmaz mı diye aramızda biraz mücadele oldu. Ailem gelenekçi olduğu için problemler yaşadık. Ama çok şükür mücadelemizle, inancımızla geçinmeye niyet ettik iki sanatsever, hayvansever, doğasever olarak.' şeklinde konuştu.

Emine Kara, eşiyle beraber kültürel gezi yapmayı ve kitap okumayı çok sevdiğini dile getirerek, sözlerini şöyle tamamladı:

'Kitap bizim farklı dünyalara açılmamıza sebep oluyor. Hayal dünyalarımıza farklı açıdan bakıyoruz. Eşim zaten balık burcu, hayalleri geniş olan, boyalarla, renklerle inanılmaz derecede soyut olarak farklı dünyalar açan bir insan. Ben daha farklı, daha ayakları yere basan, realist, nötr renk bir tasarımcıyım. (Bizim ilişkimiz) hayal ve gerçeğin buluşması diyebiliriz. Eşim Avrupa kültürü, ben Anadolu kültürü bu anlamda birbirimizden besleniyoruz.'

'Pot Puri' yıl sonunda sanatseverlerle buluşacak

İlk ayağını Mersin'de gerçekleştireceği 'Pot Puri' sergisini yıl sonunda İstanbul ve Ankara'da açacak olan Karl Talip Kara, seneye Belçika, Fransa ve İngiltere'nin içinde bulunduğu farklı ülkelere gidecek.

Kara, zengin ve farklı bir içerik sunmaya hazırlandığı sergide elbise, taş, ahşap ve çömlek gibi alışılmışın dışında materyaller kullandığı 60 eserine yer verecek.

Bugüne kadar 40'ın üzerinde kişisel sergi açan sanatçı, aralarında Türkan Şoray, Hulusi Kentmen, Sabahattin Ali, Orhan Kemal, Aşık Veysel, Reşat Nuri Güntekin, Yaşar Kemal, ve Halide Edip Adıvar'ın bulunduğu portre çalışmalarını da sanatseverlerin beğenisine sunacak.

Kara ayrıca, bu yıl 27-29 Kasım'da İngiltere Oxford Town Hall'de gerçekleştirilmesi planlanan Oxford Uluslararası Sanat Fuarı 2020'ye de katılacak.

Editör: Haber Merkezi